Forum Player® - Oyun İndir,Crack,Serial,İnternet,Yardım
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Forum Player® - Oyun İndir,Crack,Serial,İnternet,Yardım

Forum Player® - Oyun İndir,Crack,Serial,İnternet,Yardım
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Hikayeler

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
_supernatural_

_supernatural_


Moderatör Alımları Başlamıştır!

Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 5
Konu Sayısı Konu Sayısı : 4
Şehir Şehir : İzmir
Favori Oyun Favori Oyun : Dragonfable

Hikayeler Empty
MesajKonu: Hikayeler   Hikayeler EmptyCuma Ağus. 27, 2010 10:53 am

MOR MENEKŞE
Küçükken ilkokulda oynadığımız bir oyun vardı. Adı mor menekşe. Oyun on-yirmi kişi oynandığı için o kadar çocuğu sadece okul teneffüslerinde toplayabilirdik. Sekizer onar kişilik iki grup karşılıklı geçer, her grup el ele tutuşup bir zincir oluşturur. Sonra da bir grup diğerine bağırır: “Mor menekşe menekşe, bizden size kim düşe?” Diğer grup da soruyu soran gruptan bir isim seçer. Oyunun amacı biraz vahşidir. Adı seçilen çocuk diğer gruba koşa koşa gider ve gözüne kestirdiği bir noktadan el ele tutuşanları ayırmaya, başka bir deyişle zinciri kırmaya çalışır. Eğer başarırsa kırdığı zincirin halkalarından birini kendi grubuna götürür. Yok eğer başaramazsa, kendisi de o zincire katılır, dahil edilir, asimile olur…

Siz, büyük aklınızla düşündüğünüzde bu oyunun gayet sıkıcı olduğunun farkına hemen varabilirsiniz. Çünkü bir noktadan sonra hep aynı kişilerin adı söylenmeye başlar, yani en güçsüzlerin. Zaten o yüzden bu oyun sadece bir ilkokul oyunudur. Bir iki hafta önce, evimin balkonunda oturmuş aşağıda oynayan çocukları seyrediyordum. Evet, benim çocukluğumun üzerinden on küsur yıl geçti ama çocuklar hala aynı oyunları oynayıp aynı şekilde eğleniyorlar, hatta aynı salakça sebepler yüzünden kavga ediyorlar: “Kızlar daha güzeldir bi kere!” “Hayır, erkekler daha güçlüdür!”

Oynadıkları oyunun mor menekşe olduğunu fark edene kadar o oyunun varlığını çoktaan unutmuştum. Kötü anılarımı tarihe gömmüştüm. Kötü anılar, çünkü ben de ‘adı devamlı söylenen’ güçsüz çocuklardan biriydim. O kadar önemli değil mi diyorsunuz? Siz, bir çocuk için ‘güçsüz, fındık fıstık, leblebi’ sınıfına konmak ne demektir bilir misiniz? Nasıl silinmeyen bir aşağılık kompleksi yarattığını, ve dünyayı yok etmeyi amaçlayan ruh hastalarının da böyle çocukluklarının olduğunu? Seri katiller, tecavüzcüler, sapıklar, takım elbiseli haydutlar, dansöz döven türkücüler, hepsinin çocukluklarına bir bakın bakalım ne bulacaksınız…

Yarım saat boyunca çocukların oyunlarını seyrettim. Tam yirmi kez aynı çocuk; bir o gruptan, bir öteki gruptan çağırıldı durdu. Sadece ‘zayıf çocuk’ olduğunun bilincinde olması yeterli değilmiş gibi bir de aşağılamalar, dalga geçmeler, yavşak suratlar, karı sesi çıkaran erkekler… Fanatizmin doğduğu yaş. Hangimiz oyunlarına müdahale edip, bunun sadece bir oyun olduğunu söyleme hakkına sahibiz? Galatasaray Avrupa’da yenilince siz Fenerliler kıçınıza kına yakmıyor musunuz? Veya tam tersi… Elli yaşındaki adam daha fark edememiş sporun bir oyun olduğunu, sekiz dokuz yaşındaki çocuklar mı fark edecek?

Oyunun sonlarına doğru çocuk bir o yana bir bu yana koşarken gözlerinden yaş geldiğini gördüm. Bir kez bile zinciri kıramadı. En sonunda oyun bitti. Herkes evine dağıldı. Sadece o ufaklık, park etmiş arabaların arasındaki oyun sahasının ortasında oturdu. Hiçbir şey yapmadan yeri seyrediyordu. Omzuna dokunan eli hissetti. İrkilerek arkasına döndü. O el benim elimdi. “Sana öğreticem.” dedim. Bana kimse öğretmemişti. Ben kendim çalışıp başarmıştım. Ama o çocuğun acil yardıma ve bir rehbere ihtiyacı vardı. Bu oyunu hatırlamaktan nefret ediyordum, ama neden nefret ettiğimi, neden hatırlamamam gerektiğini hatırlayamıyordum. Sonuçta o oyun bana güçlü olmayı öğretmişti.

Ertesi sabah ona söylediğim saatte, sabah erkenden çıkmaz aralığa geldi. Ona bildiğim her şeyi öğrettim. “Nefes al.” “Dengede dur.” Denge çok önemliydi. Vurması gereken yer, bilek değil, dirsek bölgesiydi. Ayrıca koşmanın hiçbir faydası olmadığını öğrettim ona. “Gözlerini kapat. Sakinleş, şimdi bir anda gözünün önüne seninle dalga geçenleri getir.” Bende işe yaramıştı, onda da yaramalıydı. “Zincirden bir adım geride duracaksın, sonra aniden ileri sıçrayıp yumruğu vuracaksın. Kolunu vücuduna sabitle. Bütün kasların gevşek olmalı. Kendini kasarsan sadece kolunu kullanırsın, ama kasmazsan… tüm vücudunu.” Aradan iki hafta geçti. Her gün geldi, çünkü bazı şeyler canına tak etmişti. Bunun ne demek olduğunu çok iyi bilirim.

İki hafta boyunca bir kez bile onlarla oynamamıştı. Ama o gün, artık oynama zamanı gelmişti. O gün ufaklığın hayatı sonsuza kadar değişecekti. Ben onun hayatında bir kırılma yaratıp onu alternatif geleceğine doğru yönlendirmiştim. Arkadaş çevresi, sevgilileri, gideceği üniversite, seçeceği meslek, hepsi değişecekti, ama o bunun farkında olamayacak kadar küçüktü. Takımlar seçilirken, yine en son o seçilmişti, ama ilk defa bundan rahatsızlık duymuyordu. İlk önce kendi grupları karşı taraftan bir oyuncu çağırdı. Rakip oyuncu zinciri kırdı ve ufaklığın grubundan, onun çok beğendiği küçük bir kızı alıp gitti. Şimdi sıra ondaydı. “Mor menekşe, menekşe, bizden size kim düşe?” Hep birlikte ufaklığın adını bağırdı karşı grup. Ufaklık, sakin bir şekilde yürüyerek karşıya gitti. İri yarı, şişman, toraman, gürbüz, bilmemne çocuğun yanında durdu. İki tane ayı yan yana, iki güçlü el birbirine kenetlenmişti. Direkt en zordan başlaması beni gururlandırmıştı tabi. Toraman çocuk bizim ufaklığın niyetini anlayınca bastı kahkahayı. ‘Sen kiiiim, bizi ayırmak kiim’ diye düşündü içinden. Ama yine de işi sağlama almak için yanındaki iki nolu ayının elinden sıkı sıkı tuttu. Her zamanki yavşak suratını yaptı, karı gibi sesiyle gülmeye başladı. Ufaklığın gözleri kapalıydı, sadece kahkahayı duyabiliyordu. ‘dirsek bölgesine’ diye geçirdi içinden. Derin bir nefes aldı, kaslarını gevşetti. Aniden gözlerini açtı, ileriye sıçradı ve toramanın dirsek bölgesine yumruğuyla indi. Her şey o kadar kısa bir zaman diliminde olup bitmişti ki, çocuklar tepki vermekte geç kaldı. Eller hala daha birbirini tutuyordu. Bunun olacağını ben de biliyordum. Zaten amaç elleri ayırmak değil ki, zinciri kırmak. İki nolu ayı neler olduğunu anlayana kadar elinde tuttuğu kola bir süre baktı. Kol birden ağırlaşmıştı. Dirsek kısmından sonrası yoktu ve kopan yerden kan damlıyordu. Neden dirsek dediğimi o an hatırladım. Dirsek bölgesi, eğer yöntemini bilirseniz koldaki kopması en kolay bölgedir. Ayı no.2 elindeki kolun toramanın kopmuş kolu olduğunu ancak toramanın kolsuz olduğunu görünce fark edebildi. Zincir kırılmıştı, topraktaki kanın kokusu ve görüntüsü kurban bayramını andırıyordu. Çocuklar panik içinde çığırıyorlardı. Panik, nefret, ama asla acıma değil. Bir daha kimse ufaklığa acımadı, ve bir daha hiç bir çocuk mor menekşe oynamadı. Bu arada ben de neyi unutmak istediğimi hatırlamıştım. Ve şu an gördüğüm saygı ve korkunun kaynağını…

Efe “Conmech” Aydal

(Alıntıdır.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
_supernatural_

_supernatural_


Moderatör Alımları Başlamıştır!

Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 5
Konu Sayısı Konu Sayısı : 4
Şehir Şehir : İzmir
Favori Oyun Favori Oyun : Dragonfable

Hikayeler Empty
MesajKonu: Geri: Hikayeler   Hikayeler EmptyPaz Eyl. 12, 2010 9:45 pm

Goblin
Ne korkunç bir deneyimdi kendisi için. Tıp Fakültesinde okuduğu günler geride kalalı pek uzun süre olmamıştı. O zamanlar
neşteri eline alıp kesmiş olduğu kadavralar gözlerinin önüne gelince irkildi. Neşterin o keskin kısmının ete batması ve ardından süzülen kıpkırmızı kan. Tıpkı reçinenin ağaçtan yavaş yavaş süzülmesi gibi başlayan ve sonrasında patlak bir su borusu gibi hızlanarak akan kanın görüntüsü. Taze cesetin sunduğu garip bir resital adeta! O günler geride kalmış olabilirdi fakat görüntüsü hiç bir zaman gözünün önünden gitmiyordu. Birilerine umut olabilmek için doktorluğu meslek edinmeyi henüz ilkokuldayken kafasına koymuştu. Lakin acil servisin bile kendi içerisinde bir hiyerarşisi vardı. Zamanla o da bu hiyerarşinin bir parçası olmayı öğrenmiş ve yapılması gerekenin sadece insanların hayatlarını kurtarmak olmadığını anlamıştı.

“Herkes öncelikle kendi için yaşar.” İşte yıllar süren akademik tecrübesinden sonra kendisine öğretilen 5 anahtar kelime bunlardı. Kimsenin hayatı bedava değildi ve herkesin bir bedeli vardı. O bedeli ödemesini bilmeyenler ya da o maddi güce sahip olmayanlar için doktorlar sadece hayal ürünü birer kahraman sayılırdı. Cenk acil servisin o ilaç kokulu ve zaman zaman boğucu koridorlarında bu özdeyişlerin hepsini jargonuna eklemeyi başarmıştı. “Herkes Öncelikle Kendi İçin Yaşar!”

Adı anons edileli sadece on saniye olmuştu fakat o dar ve boğucu koridorları hızla arşınlarken bu süre kendisine sanki saatler gibi gelmişti. Öğle yemeğinde yemiş olduğu fazladan kızartmalara küfrederek yoluna devam etti. Bir operasyona bozuk mideyle girmek oldukça can sıkıcı bir durumdu. Koridorun köşesini dönerken Doktor Ekrem ile çarpışmamak için kendisini zor frenledi. Ekrem… Liseden beri bir türlü kurtulamamıştı bu it oğlu itten! Hala nasıl doktor olabildiğine şaşırıyordu. Ekrem gibilerin doktor olması, Cenk’in hemen hemen her gece herhangi bir hastalığa yakalanmaması için dua etme sebebi olabilirdi. Eski keşlerin ve alkoliklerin doktor olması ürkütücü bir senaryoydu doğrusu. Ekrem sırıtarak Cenk’in yanında geçerken “Bence de acele etsen iyi olur içeride mükemmel bir tablo var git ve kendin gör.” diye fısıldadı ve arkasına bile bakmadan koridorun köşesini dönerek gözden kayboldu.

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Bir kaç dakika içerisinde Cenk ameliyathanenin kapısına varmıştı. Önce durup derin bir nefes aldı. Kahrolası kızartmalar midesini delmek için uğraşıyorlardı sanki. Kapının koluna tutunup bir kaç saniye öylece bekledikten sonra gayri ihtiyari olarak aldığı ikinci derin nefes eşliğinde ameliyathanenin kapısını açtı. İçeride sadece bir hemşire vardı. Cenk daha önce bu hemşireyi hiç görmemiş olduğunu farketti. Sessizce malzemeleri hazırlıyordu. Cenk aslında hemşirenin bir o yana bir bu yana kayıtsızca yönelirken ne yaptığını tam olarak göremiyordu. Oldukça genç görünüyordu. İyi bir tahminle Cenk onun henüz yirmilerinin ortasında olmadığını söyleyebilirdi. “Kimbilir belki de bir stajyer…” diye geçirdi içinden. Farkında olmadan gözleri hemşirenin biçimli kalçalarında gezindi. Gözleri kalçalarından yukarı doğru kayarken, genç hemşirenin kendisine dehşet ifadesiyle baktığını gördü. Cenk önce bu ifadeden dolayı utanarak gözlerini yere indirdi…”Pişti” diye düşündü içinden. Hemşire Cenk’e yaklaştığında suratında hala dehşet ifadesi vardı fakat Cenk bu ifadenin kendisine yapılan bir saldırı olmadığını anladı. Bu surat korkmuş bir insanın suratıydı…Gördüklerine ya da duyduklarına bir anlam veremeyen ve bir cevap isteyen…Bir süre daha sessizce birbirlerine baktılar

“Hayatımda böyle birşey görmedim.” dedi genç hemşire. Sesinin boğukluğu yüzünden Cenk onu anlamakta epey zorluk çekti. Hemşire eliyle ameliyat masasını gösterdi. Hıçkırmaya başlamıştı. “Afedersiniz, izninizle!” Hemşire ellerini suratına götürerek ameliyathaneden koşar adımlarla çıktı. Arkasından bakan doktor “Bu da neydi böyle?” diye geçirdi içinden.

Kafasını ameliyat masasına çevirdi. Masanın üzerinde yatan kişinin hiç bir yeri görülmeyecek şekilde açık yeşil bir kumaş ile örtülmüştü. Örtünün büyük bir kısmında ise bir zamanlar sahip olduğu renkten eser yoktu. Çarşafın büyük bölümü cılk kan lekeleri ile doluydu. Cenk kendi iradesinden tamamen bağımsız bir şekilde ameliyat masasına doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda rahatsız olan midesi daha fazla ağrıyordu. Masanın tam dibine geldiği sırada karnına yumruk yemiş gibi iki büklüm kaldı ve yavaş yavaş yeniden doğrulmak için masaya tutundu. Ellerini çarşafın üzerindeki kan lekelerine bastırdı. Hala nemliydi. Yavaşça elini çarşafın üstüne getirdi. Derin bir nefes aldı ve tek hamlede çarşafı masada yatan hastanın üzrinden kaldırdı.

Karşısındaki manzara için verebileceği hiç bir tepki, gördüklerini anlatmak için yeterli olamazdı. Bir an için nefesinin kesildiğini hissetti. Eğer gerçekten cehennem varsa ve oraya gerçekten zebaniler bekçilik ediyorsa; söz konusu zebani böyle bir şey olmalıydı. Daha önce ucubelerle ilgili pek çok hikaye duymuştu – aslında böyle hikayelere bayılırdı- fakat böyle birşey hayal gücünün sınırlarını bile aşıyordu. Bir adım geri çekilirken gözleri hala faltaşı gibi açık bir vaziyette ameliyat masasının üzerinde yatan yaratığa kilitliydi.

Gözleri…Kıpkırmızı ve neredeyse tamamı simsiyah damarlarla kaplı o patlak gözler! İçeri göçmüş ve neredeyse parçalanmış şekilsiz bir burun (Ya da Cenk bu çıkıntının burun olduğunu düşünüyordu)…Sanki boğulmak üzereyken son bir çabayla nefes almak için kocaman açılmış ağzındaki sipsivri dişler… Yaratığın dişleri -varsa- iskeletinin bir parçası olmaktan ziyade elle işlenmiş gibi hepsi aynı boyda ve aynı sivriklikteydi. Vücudu ise suratından daha şemaalsiz duruyordu yaratığın. Göğsünün olması gereken yerde kocaman bir yara ve yaradan akan turuncu bir irin dalgası yayılıyordu tüm vücuduna. Sarkmış olan sol kolundaki eller ise devasa birer pençeyi anımsatıyordu. Cenk o anda yaratığın ellerinin vücuduna oranla ne kadar büyük olduğunu farketti. Bu şeyin uzaydan gelen bir yaratık olduğuna inandırdı kendini. Zaten mantıklı bir açıklama yapabilmesi olanaksızdı. Daha önce Chupacabras adındaki esrarengiz yaratık hakkında tonlarca şey duymuştu. Hatta Jersey Şeytanı hakkında. Büyük ihtimalle Jersey şeytanı çocuklara adrenalin depolamak adına uydurulmuş bir hikayeydi peki ya bu gördüğü şey?

Cenk bir yandan hipnoza mağruz kalmışçasına gözlerini yaratıktan ayıramazken diğer yandan da ne kadar süredir bu odada yalnız olduğunu düşünmeye başladı. Hemşire ameliyathaneyi terk edeli ne kadar zaman olmuştu acaba? Ne kadar süredir bu zebani ile başbaşaydı. Midesindeki ağrı yavaş yavaş geçmişti fakat burnuna hafif yanık kokusu ve çürümüş ceset kokusu geliyordu şimdi. Sağ elini, ağzını ve burnunu kapatacak şekilde yüzüne bastırdı. İşte o sırada kalbini durduracak birşey oldu! Lanet olası ayaklarından biri hareket etmişti. Cenk önce bunun, hayal gücünün bir yanılsaması olduğunu düşündü. Fakat aynı hareketi defalarca tekrarlıyordu masanın üstündeki yaratık. Sonunda patlak gözlerini kırpıştırarak başını Doktor Cenk’in olduğu yöne çevirdi. Cenk kendisine bakan bu iki şeytani gözün amacını açık açık anlayamasa bile hissediyordu “Ben senin kabusunum ve senin için geldim.” demek istiyordu bu bakışlar onda. Yaratık devasa elinin de yardımıyla masada doğruldu.

Doktor çığlık atmak için ağzını açtığında hiç bir ses çıkmadı. Arkasını dönüp hemşirenin yaptığı gibi o kapıyı çarpmak ve bu lanet olası yerden sonsuza kadar kurtulmak istedi fakat sinirlerinin hepsi hissizleşmişti. Yaratık masadan ayaklarını sarkıtıp yavaş yavaş yere indi. O kadar sakin ve o kadar kendinden emin hareket ediyordu ki sanki doktorun oradan asla çıkamayacağından yüzde yüz emin gibiydi. Cenk çıldırmak üzere olduğunu hissetti. Belki de çıldırıyordu kim bilir? Ağzını açıp tek bir söz sarf edemiyordu. Ağzının kuruduğunu ve midesinin yavaş yavaş pelteye döndüğünü hissetti. Terden sırılsıklam olmuştu üstelik tüm bunlar sadece 15 saniye içinde meydana gelmişti. Yaratık yavaş yavaş ayaklarını sürüye sürüye Cenk’e doğru gelirken, Cenk yaratığın vücudundaki bütün detayları görebiliyordu. Upuzun sivri dilini dudaklarında iştahla gezdirerek yaklaşıyordu. Gözleri kıpkırmızı alevler gibiydi fakat simsiyah damarları hala belli oluyordu. Attığı her adımda göğsündeki yaradan daha fazla irin akıyordu. Cenk, yaratık kendisine bir kaç metre mesafedeyken bir detay daha fark etti. Sağ bacağına kocaman kesici bir alet saplanmıştı. Durduğu yerden saplanan aletin sadece plastik sapı görünüyordu. Cenk, bunların bu iblis üzerinde görebileceği son detaylar olduğunu düşündü. Artık yavaş yavaş kendini kaybetmek üzereydi. Eğer ölecekse bunun kendinde değilken olmasını tercih ederdi fakat o kadar bile şanslı değildi. Yaratık uzanarak Cenk in kolunu tuttu. Elleri mengene gibi kolunu sıkarken parmakları etine batıp kanatmaya başladı. İlginç bir biçimde artık acı da hissetmiyordu. Yaratık o gülümseyen şeytani suratını Cenk’e doğru yaklaştırırken, son bir detay daha farketti. Yaratık anlamadığı bir dilde konuşuyordu. Sırıtkan suratını Cenk’in suratına biraz daha yaklaştırdı ve sipsivri dişleri ile dilinin arasından bu defa anlayabildiği iki sözcük çıkıverdi

“CEHENNEME HOŞGELDİN!”

Korku sitesi için yazan Fatih Yürür
(Alıntıdır.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hikayeler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Forum Player® - Oyun İndir,Crack,Serial,İnternet,Yardım :: Her Telden :: Korku Odası-
Buraya geçin: